Su ve Çevre Teknolojileri Dergisi 193. Sayı (Ağustos 2024)

37 SU VE ÇEVRE TEKNOLOJİLERİ • Ağustos / 2024 RAPOR miz nükleer santral macerası nasıl bir doğa ve yaşam talanı ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Kaz Dağları, Salda, Akkuyu, Sinop, İğneada, Kuzey Ormanları, Aliağa, Bergama, Alakır Vadisi, Alpu Ovası, Gördes, Menderes, Murat Dağı, Munzur Dağı, Yarımada, Ovacık, Soma, Yatağan, İkizdere, Kanal İstanbul, Çeşme gibi ülkemizin her köşesinde yürütülen Ekolojik Yıkım projeleri adını buraya sığdıramadığımız pek çok yerde artarak devam ediyor... Bölgemizde Bergama Altın Madeninin yarattığı ve yaratacağı çevresel risklerle ilgili hukuki ve toplumsal mücadele devam ederken; Efemçukuru Altın Madeninin İzmir’in Su kaynağı olan Çamlı Baraj Havzasında, Çukuralan Altın Madeninin Balıkesir’in Su kaynağı olan Madra Barajı Havzasında, Gördes Nikel Madeninin İzmir ve Manisa’nın Su Kaynağı olan Gördes Havzasında, Çaldağ’da Nikel Madeninin Gediz Havzasında, Kışladağ Altın Madeninin Uşak’ta yarattığı olumsuz etkileri de yaşıyor ve görüyoruz. Ülkemizin her yanında yaşanan kent ve doğa talanı ve çevre sorunlarının birçok örneğini İzmir`de de yaşamaya devam ediyoruz. "Doğa ile Uyumlu, Yaşanabilir Kent" hedefini ortaya koyan ğinde havası, suyu, toprağında ekolojik yıkımı yaşıyoruz. Ülkemizin her köşesinde yürütülen çevre mücadelelerini değerlendirdiğimizde; 40 yıllık Çevre Kanunu ve Çevre Bakanlığı geçmişine sahip ülkemizde, çevre kalitesinin korunup geliştirildiğini, ülke yönetiminde doğal varlıkların ve yaşamın korunmasını esas alan yönetim politikalarının etkin olduğunu söyleyemiyoruz. Kentleşme, sanayileşme, tarım, madencilik ve diğer tüm sektörlerin yarattığı çevresel risklerin belirlenmesi, çevresel yüklerinin ortaya konarak bütünsel bir planlama anlayışı ile yönetilmesi gerekmektedir. Çevre Mühendisliği meslek disiplininin de var olma nedeni ve ana uzmanlık alanı olan tüm bu süreçlerde planlama ve denetim çok önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. "Sağlıklı çevrede yaşama" yönelik çalışmalarının en önemli parçası olan çevresel altyapı süreçleri ve çevre yönetimi; kentlerin planlanması ve yönetimi süreçlerinin tüm aşamalarında çevre boyutunun değerlendirilmesi, doğru yönetilmesi ve bu noktada da konu ile ilgili uzman meslek disiplini olan çevre mühendislerinin bakış açısı ve yaklaşımının zorunlu ve yaşamsal olduğunu söylemeye devam ediyoruz. Merkezi ve yerel yönetimlere baktığımızda ise; su temini, atıksu, atık yönetimi, hava kalitesi, iklim değişikliği, gürültü, enerji ve planlamanın diğer çevresel süreçlerini yürütecek çevre mühendisi istihdamının yetersiz olduğunu, çevre mühendisi istihdamı arttırmak yerine ise Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından farklı disiplinlere birkaç günlük eğitim ve uygulamalar altında verildiği uygulamalar ile çevre mühendisliği diplomasının yok sayılması, çevre mühendisliği çalışma alanlarında ise çevre yönetim süreçlerinin etkisizleştirilmesi devam ediyor. Bugün su kaynaklarımız, yer altı sularımız, toprağımız havamız kirlenmiş durumda. Yapılan bilimsel araştırmalar, ilgili kamu kuruluşlarının değerlendirmeleri ve TUIK istatistikleri bu gerçeği önümüze koyuyor. Yüzey sularımızın %80’i, yeraltı sularımızın büyük kısmı kirlenmiş durumda; vatandaşlarımızın %40’ı sağlıklı içme suyuna ulaşamıyor. Kentlerimizde hava kirliliği artıyor. Yeşil alanlarımız yok denecek kadar az. Orman alanlarımız, tarım alanlarımız, meralar, doğal karakteri korunması gereken alanlar mevzuatlar eli ile madencilik, sanayi, enerji turizm, konut vb. faaliyetlere açılarak kaybediliyor. Bir taraftan yangınlarla kaybettiğimiz orman alanlarımız en büyük tahribatı Orman Mevzuatı kapsamında verilen izinlerle yaşıyor. Ranta dayalı imar uygulamaları, doğal varlıklarımızın talanı, sınırsız büyüme hırsı, kamusal denetimin eksikliği ile birlikte felaketlere neden oluyor. Sayısını tam olarak söyleyemediğimiz, yüz bine yakın insanımızı yitirdiğimiz 6 Şubat Depremi ile yaşadığımız büyük yıkımın etkileri devam ediyor. Bina yıkım ve enkaz kaldırma çalışmaları safhasında alınmayan önlemler ile solunan toz ve asbest riski; sulak alanlara, orman alanlara dökülen hafriyat atıkları çevre ve halk sağlığını tehdit ediyor. Depremden etkilenen kentlerde hava kirliliği, enkaz tozu ve ısınma için açıkta ateş yakılması gibi nedenlerle ulusal limitlerin 2,5 katına, DSÖ kılavuz değerlerinin ise 7,5 katına çıktı. Doğa olaylarının benzer şekilde afetlere dönüşmemesi için betona ve ranta dayalı kentleşme ve büyüme politikalarının terk edilmesi, kamusal denetimin etkin kılınması ve kentlerimizin doğayla uyumlu ve afetlere dirençli hale dönüştürülmesi gerekiyor. Deprem ve sonrasında yaşananlar, son yıllarda gerçekleşen faaliyetler, çılgın projeler, izinler, büyük bir ısrarla sürüklendiği-

RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=